BİR ZAMANLAR ÜLKEMİZDE DAMGASINI VURAN
TEKSAS TOMMİKS ÇİZGİ ROMANLARI HAKKINDA YAZILMIŞ EN KAPSAMLI YAZI
Çizgi romancılar eğer bir yanılgı içinde değillerse, yapıtlarını çocuklar için hazırlarlar. Bu nedenle, çizgi roman bir bütün olarak olumlu etki yapmak zorundadır. Yazar çizer takımı ne kadar iyiyse, yarattıkları etki de o denli büyük olur. Olumlu etki, beraberinde büyük ölçüde keyif verici nitelik de taşır İyi çizgi romancı kan, ölüm, cinayet, kavga ve savaş sahnelerini tragedya duygusu uyandırmadan vermelidir. Yaşamdaki gerçekliğin hoş olmayan yanlarını güzelleştirme becerisinden yoksunsanız, çocuklara seslenemezsiniz. Sürekli kötü karne veren hayatın notunu yükseltmek sanatçının yeteneğine kalmıştır. Çocuklara seslenen bir sanatçı, öğrencisine sürekli torpil geçen bir öğretmen gibidir. Hele kahramanınız modası geçmiş, hayatta rastlanmayan kafadan uydurma bir figür ise..
Anlayan anlamayan pek çok eğitim uzmanı (!) bir dönem, çizgi romanların ve macera kitaplarının çocuklar üstündeki olumsuz etkilerini araştırma gayreti sarfettiler. Çizgi romanların anlatılmaz derecedeki olumlu yanlarının bir tek çocuklar farkındaydı. Vakt-i zamanında Tommiks, Teksas, Pekos Bill kalitesindeki çizgi romanların çocukların ruhsal sağlığına canlılık verdiğini, hattâ onları tedavi ettiğini yetişkinlerden kimse göremedi. Çocuklar bu çizgi romanları zaten kısıtlı cep harçlıklarından fedakârlık ederek alıyor ve eğer ev büyükleri hoşgörülü ise, onların "Bu saçmasapan şeylerden ne zevk alıyorsun?" sorularına da yanıt bulmak zorunda kalıyorlardı.
Tommiks dergisi Türkiye'de yayın hayatına girer girmez, bir anda okuyucunun en çok ilgi gösterdiği rakipsiz bir dergi oldu. 1955 yılında çocuk dergilerinin ne derece etkin olduklarını yirmibirinci yüzyıldan bakarak değerlendirmek oldukça zordur. Bilgisayar lafının sözlüklerde olmadığı, televizyonun bilinmediği, çok az insanın evinde telefon bulunduğu zamanlardı... Dört yıldır yayımlanan ve 40 bin satış rakamına ulaşmış Pekos Bill dergisi bile Tommiks çıkınca hızla geri plana duştu. Çok hızlı silah çeken genç yüzbaşı Tommiks yoluna çıkan tüm yasadışılara "mıntıka temizliği" uygularken, Tommiks dergisi de tüm rakip dergilere aynı şeyi yaptı.
Yabancı bir kahramanın Türk toplumunca böylesine benimsenmesi elbette şaşılacak şeydi. Dergiye "Tommiks neden Türk değil?" diye soran okur mektupları gelmeye başladı. Bu soruya yanıt vermek aslında çok kolaydı: "Tommiks'i hazırlayanlar Türk değildi. Ve o sıralar bir Türk kahramanını böylesine çekici maceralar zinciri içinde anlatabilecek nitelikte Türk yazar çizer kadrosu yoktu." Çünkü, en kolay şeymiş gibi görünmesine rağmen, bir şey anlatmak çok ama çok zordu.
Bir şey anlatmanın zorluğunu kavrayabilmek için çevremize göz atmamız yeter... Fıkrayı yanlış ve eksik naklettikten sonra yüzümüze bakıp: "Galiba anlayamadın" diyenler... Anlatacağı şeye ortasından ya da sonuna yakın bir yerden başlayanlar... Gelmemizi istedikleri adresi en kestirmeden tarif etmeye çalışanlar... Her karşılaştığımızda aynı şeyi anlatanlar... En doğrusunu bildiğimiz bir olayı bize başka türlü anlatanlar... Bıkıp usanmadan, sürekli içimizi karartacak şeyler icat edenler... Uzayıp giden bu listede iyi anlatıcı yoktur. Olmaması da garip değildir. Çünkü yalnız edebiyatta değil, yaşadığımız hayatta da iyi anlatıcı bulmak kolay değildir.
İyi anlatıcı iyi psikologdur. En azından karşısındakinin canını sıkacak şey anlatmaz. Hoşsohbet kişi sözü boşuna çıkmamıştır. Türk edebiyatında da, akılda kalacak şekilde olaylar icat etme becerisini göstermiş yazar yok denecek kadar azdır. Bu yokluk içinde Ömer Seyfettin örneği şaşırtıcıdır. Seyfettin aynı şablonu kullanmadan, birbirine benzemeyen ve akılda kalabilecek tipte özgün öyküler yaratmıştır. Amerikalı tarihçi ve edebiyat eleştirmeni Edmund Wilson'un bu konuya yaklaşımı şöyle: "Diğer sanatsal yetenekler gibi, hikâye etme yeteneğine de çok ender rastlanır." İlgi çekici özgün bir konu bulmak ve bunu güzel anlatabilmek... İşte, anlatım sanatlarındaki en önemli sorun budur.
Tommiks'i hazırlayan üç kişiden senaryoculuğu üstlenmiş olan Sartoris çok iyi bir hikâye anlatıcısıydı. İkinci adam Guzzon maceraları resimlerken, senaryonun oluşmasına da katkı sağlıyordu. Başçizer Sincetto ise çizimden başka bir şeyle ilgilenmiyordu. Kendilerini esseGesse diye adlandıran bu üçlü, 1950'den 1990 yılına değin, tam kırk yıl hiç ayrılmadan çizgi romanlar hazırlayıp durdular. Kinova, Kara Süvari, Tommiks, Çelik Blek, Tom Braks ve Kaptan Swing Avrupa çocuklarının en çok okuduğu çizgi romanlar oldu. (Bunlardan Kinova -yazan: A.Lavezzolo- ve Kara Süvari -yazan: G.L. Bonelli- adlı serüvenlerin senaryoları onlara ait değildir). esseGesse üçlüsü, 1950 yılında Lavezzolo'nun Kinova'sını resimlemeye başladı. Bunu yaparken, yazım çizimi tamamen kendilerine ait olacak kahramanı da tasarlamaya başladılar. Kinova'yı çizmeyi ancak bir yıl sürdürdüler. Yüzbaşı Tommiks (ltalya'daki özgün adı Capitan Miki) yayın hayatına 1951 yılında girdi. Hem de bomba gibi girdi. İtalyan çocukları bir anda bu çocuk yaştaki yüzbaşının tiryakisi oldular.
Aynı üçlü, bu inanılmaz başarıya 1955 yılında bir yenisini daha ekledi. Yayına giren Çelik Blek (II Grande Blek) Tommlks'den bile çok sükse yaptı. Tommiks ve Çelik Blek'i diğer çizgi romanlar arasında öne çıkaran neydi? Bu çizgi romanlardaki her kare, çizim ve yazı bileşkesinin en ideal örneğiydi. Her kare okuyucuyu öbür kareyi bir an önce okumaya dürtüyordu. esseGesse üçlüsü galiba çizgi romanın en üst aşamasına ulaşmıştı. Taklit edilmesi bile mümkün olmayan bu olağanüstü başarılarının sırrı neydi? Yarattıkları kahramanlar çocukların vazgeçilmez arkadaşları olmuştu. Mırnav çizgi romanının yaratıcısı Sinan Gürdağcık anlatıyor:
"Edirne'deydik, 1960 yıllarıydı. Arkadaşımız Melih'i annesi zorla öğle uykusuna yatırmış, bu yüzden bizimle oyuna gelememişti. Yanımıza geldiğinde ona 'Uyumakla neyi kaçırdığını biliyor musun?' dedik: 'Sen uyurken Çelik Blek, Profesör ile Rodi Edirne'ye geldi.' 'Neredeler şimdi???' 'Seni bekleyecek değiller tabii ki. İngilizlerin geleceğini haber aldılar. Bu yüzden damdan dama atlayıp kaçtılar.' Melih bunu duyunca ağlamaya başladı ve kapının önünde duran annesine saldırdı: 'Hep senin yüzünden oldu anne!' diye haykırmaya başladı: 'Beni uykuya yatırmasaydın Çelik Blek ve arkadaşlarını görecektim.'"
Çocukluktan uzaklaşmış bir yetişkin olarak baktığımızda esseGesse yapıtlarının yarattığı etki geçmişe duyulan özlem çerçevesinde kalır. Fakat hangi yaşta olursa olsun, macera tutkunu bir okuyucunun bu serüvenlere hayran olmaması düşünülemez. İtalya'da olduğu gibi Türkiye'de de defalarca basılan ve aynı okuyucu tarafından defalarca okunan bu serüvenlerin büyüsü neydi? Sinketto'nun çizgilerinden okuyucuya geçen o yüksek elektiriği sözle anlatmanın yolu yordamı yoktur. Sinketto, model aldığı büyük usta Alex Raymond'un çizgilerini daha bir çocuksu tona indirgemiş ve Raymond'un artistik sahnelerinden hep uzak durmuştur. Sinketto hep bir masal duyarlığında, dolu dolu ama kolay algılanan sevimli kareler çizmiştir. Bunlar iddiasız gibi gözüken ama bakanın içine işleyen etkileyici karelerdir. Çizdiği tiplemeler her zaman çok sıcaktır. Korkutucu Kinova maskesinin sevimli bir tarafı yoksa da, bu maske hiçbir zaman okuyucuyu ürkütmez. Kötü adamlar da, Sinketto'nun onlara verdiği kurnaz salak karışımı ifadeler sayesinde okuyucuyu hiç itmez.
Yüzbaşı Tom'un yaşadığı ondokuzuncu yüzyıl Amerikan giyim kuşam folklorundaki zengin çeşitlilik de çok iyi yansıtılmıştır. Kızılderili çadırları, Meksika köyleri, Western kasabaları (bazen terkedilmiş olanları), avcı kulübeleri, "haçiendalar" ve "rançlar" (Meksika ve Amerikan çiftlikleri), askerî kaleler, iç mekânlar ve arazi, göller, ırmaklar, denizler, yelkenli gemi ve tekneler, nehir vapurları, trenler, kervanlar, posta arabaları ve Doktor Sallaso'nun (İtalyanca'da Doktor Salasso) gerçekleştirdiği garip taşıt araçları olağanüstü bir çekicilikle resmedilmiştir. Hemen akılda kalacak farklılıkta çizilen değişik tiplemeler, bunların stilize duruş, yürüyüş ve ateş edişleri de çok başarılıdır. Olaylar geliştikçe artan mizah dozajına paralel olarak başçizer Sinketto da yan tiplerin yüzlerindeki gizli komik ifadeleri artırmıştır.
İkinci ressam Guzzon'un gözleri 1960 yılından sonra bozulmuş ve onun çizdiği
karelerdeki tipler bu tarihten başlayarak sevimsizleşmeye başlamıştır. Aynı düşüş senaryolar için de geçerlidir. Ama 1950-60 arası yayımlanan maceralar özellikle senaryo açısından aşılamaz derecededir. Tommiks serüvenlerinin bu çok başarılı ilk on yılına göz attığımızda, senaryocu Sartorıs'ın de anlatım tekniğinde nasıl ulaşılmaz bir ustalığa eriştiğini görürüz. Bu senaryoların şablonunu çözmek de zordur. Aslında konular basittir ama bu basit konuları zenginleştiren ayrıntılar çok çeşitlidir. Özellikle Binbirsurat serüvenlerindeki beklenmedik sürprizler ve olayın ciddiyetini bozmayacak ölçüdeki mizah, bu konuları özetlemeyi imkânsız kılar.
Senaryocu Sartoris ile ona yardımcı olan Guzzon'un böylesine zenginliklerle dolu senaryolarının önemli bir kısmı 32 ciltlik Fantoma dizisinden beslenerek yazılmıştır. Tommiks'deki Binbirsurat da, Çelik Blek'deki Yarasa da 1911 ile 1913 arasında yazılmış dizideki cani Fantoma'dan başkası değildir. Ama Fransızların Fantoma dizisinden alıntılar yapan tek senaryocu esseGesse değildir. Kızılmaske'nin yaratıcısı Amerikalı Lee Falk bu diziden sadece Fantoma'nın giysisini almakla kalmamış, yarattığı kahramanının adını da Fantom (Phantom) koymuştur.
Yarasa adam Batman'in yaratıcısı Bob Kane bedene yapışan bu maskeli Fantoma kılığını çok beğendiği için kendi kahramanına da giydirmekte bir sakınca görmemiş ve bu yüzden Kızılmaske'nin yaratıcısıyla mahkemelik olmuştur. Mahkemeden bir sonuç çıkmadığını görmüş olmalı kı Süpermen'in yaratıcıları da hemen Süpermen'e bedene yapışık duran aynı mayoyu giydirmişler fakat maskeden uzak durmuşlardır.
Bu Fantoma kılığı öylesine vazgeçilmez bir moda haline gelmiştir ki, onlarca süper kahraman hep bu bedene yapışık gibi duran mayoyu giymiş, hattâ bunlardan Yüzbaşı Amerika mayosunun göğsüne Amerikan bayrağı bile takmıştır. Fantoma dizisinin önemini kavrayanlar yalnız İtalyanlar ve Amerikalılar olmamış, Tenten'in yaratıcısı Hergé de bu kervanın öncülerinden olmuştur. Tenten dizisindeki Düpont ile Düpond adlı ikiz salak hafiyeler, Fantoma dizisindeki Nalorniy ile Peruzen adlı iki salak hafiyeden başkası değildir. (Bakınız: Fantomas serisi 14. kitap, La Mort de Juve -Jüv'ün Ölümü -1912, sonraki baskılarda adı Fantomas Tue Juve - Türkçe çeviri bu isimle, biraz kısaltılarak, serinin 11. kitabı Fantoma Jüv'ü Öldürüyor - Güven yayınevi 1945; İkinci baskı: İnkılap kitabevi 1962). Tenten de, Gaston Leroux'un Sarı Odanın Esrarı adlı kitabındaki onyedi yaşındaki, yusyuvarlak yüzlü dedektif-gazeteci Rultably'e çok benzemektedir.
Polisiye ve macera romanı yazarları başka yazarlarda beğendikleri doneleri alıp kullanmakta hiçbir sakınca görmemiştir. Agatha Christie'nin başı çektiği pek çok yazar ise aynı konuyu, kişi ve mekân değiştirerek defalarca anlatmış, okuyucu ise bu kitapları yeni bir macera okuyorum bilinci içinde, okumayı sürdürmüştür. Sherlock Holmes'in 1903'te yayımlanan "The Adventure Of The Norwood Builder" serüveni Türkçe'ye "Ortadan Kaybolan Adam" adı altında çevrilmiştir. Bu öyküde ortadan kaybolan Oldacre adlı birinin katili olarak bir genç tutuklanır. Oldacre o gencin tutuklanması için kendini öldürülmüş gibi gösterip saklanmıştır. Maurice Leblanc, 1917'de yazdığı Arsen Lüpen romanı "La Triangle D'or - Altın Üçgen" de çok benzer bir olayı tekrarlar. Öldürülen bir adam kitabın sonunda canlı bir katil olarak ortaya çıkar, öldürdüğü adamın yerine geçmiştir. Ölmüş ya da öldürülmüş birinin kitabın sonunda dipdiri bir katil olarak ortaya çıkması hemen hemen tüm cinayet yazarları tarafından, hem de defalarca kullanılmıştır. Agatha Christie'nin ünlü romanı On Küçük Zenci de aynı motifi işler.
Dedektif romanı okumaya meraklı okuyucu, dedektif gibi çözümleme yeteneğinden yoksun olduğu için mi bu tekrarların farkına varmamıştır? Peki ya, yazarların yeni motifler icat etme yeteneksizliklerine ne demeli? Yeni komplo teorileri üretmekten aciz olan polisiye roman yazarlarının durumu bu iken, çizgi roman senaryocularının da onlardan farklı olması düşünülemez. Sürekli serüven -hem de okuyucunun beğeneceği serüven- üretmek zorunda olan çizgi romancılar da, tüm yaratıcılıklarına karşın, alıntısal karışımlarla bezenmiş maceralar sunmayı sürdürdüler. Başka bir deyişle, çizgi romancılar da, polisiye yazarların yeni komplo teorileri üretmeme programına uydular. Paul Valery'nin: "Kolayca taklit edilecek ve çıkan sonuçta taklit olduğu belli olmayacak şeyleri yapmaktan özellikle kaçının" deyişini kimse umursamaz oldu.
Yüzbaşı Tommiks'in senaryocuları da, başta Fantoma serisi olmak üzere, polisiye yapıtlara büyük ölçüde başvurdular, ondokuzuncu yüzyılın Vahşi Batı'sında geçen bir kovboy-macera çizgi romanı için bu kadar çok polisiye kaynağa başvurulması tuhaf gözükebilir. Ama okuyucuyu yakalamak için çok gerekli olan beklenmedik sürprizleri başka kaynaklarda bulmak da kolay değildir. İnsan zekâsı da sürekli yeni sürprizler ve gerilim icat edecek kadar yaratıcı değildir. Tutan numaraların her alanda sürekli olarak tekrar tekrar karşımıza çıkmasının nedeni de insan yaratıcılığının yetersizliği yüzündendir. Çoğu insanın bu numaraları tekdüze bulmamasının nedeni de, insan aklının kolay kandırılmaya yatkın oluşundan kaynaklanır.
Fantoma yazarlarını diğer yazarlardan ayrı kılan, çok daha üst düzeyde bir yaratıcı zekâ sergilemeleridir. Fantoma dizisinden yalnız çizgi romancılar değil, Avrupalı ve Amerikalı filimciler de büyük ölçekte yararlanmıştır. Fritz Lang'ın üç filmini çektiği Doktor Mabuse tipik bir Alman Fantomasıdır. Aynı Fritz Lang artık bir kült filmi olan "M"nin son bölümündeki unutulmaz "Yeraltı Mahkemesi"ni de açıkça dizinin üçüncü kitabı öldüren Ölü ya da Türkiye'de yayımlanan ikinci adıyla Fantoma'nın İntikamı'ndan almıştır. Fantoma dizisini süsleyen özgün buluşlar anlatmakla da, "ç"alıntı yapmakla da bitmez... Fantoma dizisinin başka bir dikkat çekiciliği de, anlatım tarzıdır. Ürkütücü bir atmosferde geçen gerilimli ve dehşetengiz olaylar mizahla süslü anlatılmıştır. Dizinin yazarları dehşeti anlatırken kesinlikle mizahtan uzak durmuşlar, komik katmanları serüvenin daha ılıman bölgelerine serpiştirmişlerdir. Mizah dozajı hiçbir zaman serüvenin ciddiyetini aşacak boyuta ulaşmamıştır. Mizah katmanının varlığı okuyucuyu çeken en önemli unsurlardan biridir. Tenten'in yaratıcısı Hergé, Fantoma dizisinin çekici zenginliğini ilk keşfedenlerdendir. Fakat Hergé kendi dizisindeki tipleri hafif karikatürize ederek çizdiği için, buna paralel olarak, Tenten'deki mizah dozajını da daha yüksek tutmuştur.
Görünen o ki, Tommiks'in yaratıcıları hem Fantoma dizisini, hem de Tenten'i model almıştır. Ergenlik çağındaki Tenten, alkol bağımlısı sakallı kaptan Madok ve melon şapkalı Profesör Turnosol üçlüsü, Tommiks, Konyakçı, Doktor üçlüsüne - silah kullanma becerileri hiç benzememesine rağmen- biraz fazla benzemektedir.
Burada hayret edilecek şudur: Bu kadar alıntıya rağmen -Fantoma dizisindeki esprileri bile olduğu gibi aldılar- Tommlks'i hazırlayan esseGesse ekibi ortaya bambaşka ve yepyeni bir şey çıkarmıştır. Derleyip yeni kılığa soktukları serüvenler için bol miktarda dış kaynak sağladılarsa da, aynı öyküyü defalarca tekrar eden polisiye yazarları örnek almadılar. Yani, aynı serüveni başka bölgelerde, başka kişiler arasında geçirip, Tommiks okuruna aynı macerayı bir daha kakalamak denemesi yapmadılar. Yalnız, Tommiks'de anlattıkları öykünün aynısını Çelik Blek'de de anlatırlarken, okuyucunun bunu anlamayacağından emindiler. Okuyucuyu kandırmak gibi bir düşünceleri yoktu. Sadece okuyucunun değişik kılıklarda değişik insanlar görünce, değişik bir macerayla karşılaşacağını sanmaktan başka bir şey düşünmeyeceğini biliyorlardı...
Bir örnek vermek gerekirse, Tommiks ve Çelik Blek'in ilk serüvenleri konu olarak aynıdır. Serüvenin hemen başında Nevadalı Tommiks, yakını Klem Çavuş'u ağır yaralanmış, ölüm halinde bulur. Çelik Blek'de ise küçük avcı Rodi'nin babası Lassiter öldürülmüştür. Çok benzer iki olay da Rus masal araştırmacısı Propp'un: "En güzel masallar kötü bir olayla başlar" gözlemine uyar. Bu iki serüvende de ortak motifler şunlardır: Çift kişilikli bir gizli şef, içerideki hain (aynı zamanda da katil), yarışma, hainin belirlenmesi ve cezasını bulması, kahramanın yakınının kaçırılması, kahramanın onu kurtarma girişimi, gizli şefin kimliğinin anlaşılması ve sonu.
Sonuç olarak esseGesse ekibi çizgi romanın kitabını yazdı, diyebiliriz. Çizgi romanı çıkabileceği en yüksek doruğa tırmandırdı. Ne yazık ki, daha önce de belirttiğimiz gibi, esseGesse'nin yapıttan örnek alınması çok zor bir şablondur... Everest'i fethetmek gibi bir şeydir. Hattâ daha da zordur. Bu yüzden esseGesse bir sürü şeyi taklit etmesine rağmen, kimse esseGesse'yi taklit edemedi. Taklit etmeye çalıştılarsa da edemediler.
esseGesse tüm evrensel değerlerin en güzellerini seçecek bir göze sahip olduğu için, bu denli başarılı oldu. Alıp kullandıkları her şeyi yapıtlarının içinde daha da güzelleştirdiler. Başkalarının altını çizemedıği, yeterince vurgulayamadığı buluşlara hızlı bir ince ayar yaparak değerini verdiler. esseGesse yapıtlarının içine giren tüm alıntılar başka türlü bir değer kazandı, paslı bakırlar bile altın oldu. Onları özgün masallar anlatmadıktan için kınamak büyük haksızlık olur. önemli olan güzel anlatmaktır. Güzelliğin büyüsü, özgünlük sorusunu akla bile getirmez. Özgünlüğün tarifini masaldaki karga kapmıştı zaten. Ayrıca herkes onları özgün sandığı ve de keyif aldığı için okudu. Yalnız erkekler değil, kız çocukları da Tommiks, Teksas, Tom Braks, Kaptan Swing okurdu. Çoğu kez yemek yerken okurlardı. Bu yüzden ikinci el satılan çizgi romanların içi ekmek kırıntılarıyla dolu olurdu.
Bu doğru kahramanlar, çocukların kişilik modeliydi. Ayrıca bu kahramanlar gerçekten daha "gerçekti." Pek çok çocuk bu kahramanların gerçekten yaşadığına inanıyordu. Bazı çocuklarsa bu serüvenlerin çizim olduğuna inanmıyor, bunlar fotoğraf diyordu. esseGesse çocukları bir yüzyıl önceki bir dünyaya götürüyordu. Bu dünya tüm çocukların yaşamaya can attığı bir dünyaydı. Bir yüzyıl önce böyle bir dünya yoktu. Olsaydı böylesine gUzel olamazdı zaten... esseGesse'nin çok büyük başarısının ne olduğunu anlayabilmek için ufak bir kıyaslama yapmakta yarar var: Kılık değiştirme uzmanı Fantoma'nın, Komiser Jüv ile ezeli mücadelesi, Tommiks ile Binbirsurat arasındaki o capcanlı mücadelenin yanında oldukça sönük kalır. Bir eski zaman sultanı bu yapıtlarla büyüme şansını elde etseydi, mutlaka tiryakisi olur ve belki de şöyle bir irade çıkarırdı: "Her kim ki Tommiks, Teksas hakkında ileri geri konuşa, ol gafilin kellesi anında vurula!.. "
TALAT GÜRELİ
|